• Bir Ayet
  • Bir Hadis
  • Namaz Vakitleri
  • Hava Durumu
  • "Görmedikleri hâlde Rablerinden korkanlar için bir bağışlanma ve büyük bir mükâfat vardır. Sözünüzü gizleyin, yahut onu açığa vurun; (fark etmez). Şüphesiz Allah, sinelerin özünü (kalplerde olanı) hakkıyla bilir. Yaratan bilmez mi? O, en gizli şeyleri bilir, (her şeyden) hakkıyla haberdardır."(Mülk, 12-14)
  • "Her kim aşura gününde ailesine ve ev halkına ikramda bulunursa Cenab-ı Hak da senenin tamamında onun rızkına bereket ve genişlik ihsan eder."(et-Tergîb ve'l-Terhİb 2/116)
  • için namaz vakitleri
    İmsak 04:38Güneş 06:12Öğle 13:08İkindi 16:53Akşam 19:55Yatsı 21:22
    • 15°C Kocaeli
    • 15°C İstanbul
    • 22°C Ankara
    • 15°C Rize
  • BIST: 9693.46 1.77
  • Altın: 2511.683 1.11
  • Dolar: 32.5751 0.10
  • Euro: 34.7761 0.15

Serdar Tuncer, FETÖ’yü 4 kelimeyle deşifre etti!

Hain darbe girişimiyle Türkiye’yi kana bulayan FETÖ’nün iğrenç yüzü bir bir deşifre oluyor. Yeni Şafak yazarı Serdar Tuncer FETÖ’nün gerçek yüzünü 4 kelimeyle açıkladı.
Serdar Tuncer, FETÖ’yü 4 kelimeyle deşifre etti!

Hain darbe girişimiyle Türkiye’yi kana bulayan FETÖ’nün iğrenç yüzü bir bir deşifre oluyor. Yeni Şafak yazarı Serdar Tuncer FETÖ’nün gerçek yüzünü 4 kelimeyle açıkladı.

Tuncer Yeni Şafak’taki “Mantıklı ahmaklar örgütü” başlığı altında FETÖ’nün sihirli 4 kelimeyle tüm Türkiye’yi nasıl atlattığına dair yazısı şöyle:

7 Şubat MİT krizi ile şirâzeden çıktığını kısmen fark ettiğimiz, 17-25 Aralık'la ne kadar alçalabileceklerini anladık zannettiğimiz, 15 Temmuz'la beraber ihanet ve alçaklıklarının hiçbir sınır tanımadığını ayan beyan gördüğümüz bu terör örgütü bu hale nasıl geldi, bundan sonra neler yapabilir?

Cevabı hiç de kolay olmayan bu iki soruya, dört kelimenin ışığında cevap arayalım.

Nasıl bu hale geldiklerini anlamamıza yardımcı olacak kelimelerimizden ilk ikisi; 'doğru' ve 'mantıklı'.

Mutlak hakikate istinat edip, muvâfık ve mutâbık olmak zaruretiyle doğru ve mantıklı birdir ve asla birbiriyle çelişmez. Doğruysa mantıklıdır, mantıklıysa doğru olmak mecburiyetindedir.

Mantıklının tarifini hevâ, heves, menfaat ve ihtirasımızla yontup biçimlendirdiğimiz anda ise doğru ve mantıklı çelişmeye başlar. Her doğrunun aslında mantıklı olmadığını, her mantıklının da doğru olmayabileceğini -büyük bir yanılgı içinde- fark ederiz. Bu durumda yapacağımız iki şey vardır: Ya doğrunun uğruna yanlış mantığımızı feda edip kendimizi doğrultacağız yahut sözüm ona mantıklımızı gerçekleştirmek için doğruyu kurban edeceğiz.

Hedefimiz doğru fakat onu gerçekleştirme vasıtamız mantıklı bir yanlışsa ne yapacağız?

İşte belki de kırk sene evvel FETÖ'nün İslâm'dan koptuğu yer burasıdır!

Bu örgütün milletine kurşun sıkıp devletini peşkeş çekmeye yeltenecek kadar alçalmasının ardında, temel sebep olarak işte bu dengenin yitirilişi vardır. Doğru mu mantıklı mı ikilemine her düştüklerinde kendilerince mantıklı olanı yaptılar ve yanlışın kucağına savruldular. Mantıklı yanlışlarla hedefe ilerleyebildiklerini gördükçe de doğru olan ölçüyü hepten terk ettiler. Sonrası; din adına yola çıkıp, dinden çıkmanın eşiğine gelmek…

Milletin kurbanını toplayıp uzak diyarlardaki fukaranın karnını doyurmak hiç kimsenin yanlış diyemeyeceği çok güzel bir doğruydu mesela. Ancak yüz bin kurbanı kesip dağıtabilme imkânı varken beş yüz bin kurban toplanınca ne yapılacaktı peki? Geri kalan dört yüz bin insanın ibadetini hiç etme pahasına onların kurbanlarının parasıyla bir yerlerde okul açmak mantıklı geldi, açtılar.

Yurt dışında açılan okullar aracılığı ile Türk bayrağını dalgalandırmak göğüs kabartacak bir doğruydu. Bu doğrunun artarak devamı için CIA'in kucağına oturmak icap etti, doğrularından soyunup, oturdular.

Siyasette, bürokraside, emniyette, askeriyede, yargıda Müslümanların da söz sahibi olması hepimizin arzuladığı bir doğruydu mesela. Buralara gelebilmek için soruları çalmak ise asla doğru değildi ama mantıklıydı, çaldılar.

İçki içmek haramdı ama kendini gizlemenin iyi bir yoluydu, mantıklı geldi içtiler. Namaz dinin direğiydi, olmazsa olmazıydı ama fark edilme riski vardı, kılmamak mantıklı geldi, dinin direğini yıktılar. Başörtüsü Allah'ın emriydi ama yılların emeğinin yanında küçücük bir 'füruat'tı, çıkarıp attılar.

Doğruları çiğneyerek yaptıkları “mantıklı” işlerle yol alabildiklerini görünce tamamen yoldan çıktılar.

Hiçbir kurumda kendilerinden olmayana tahammülleri yoktu. Başkasının günahını araştırmayı Allah yasaklamış, ayıpları örtmek emredilmiş, kimin umurundaydı? Bir kaç kamera bir kaç ses kayıt cihazıyla insanların zaaflarını tespit edip, şantajla istediklerini yaptırabilmek gayet mantıklıydı, yaptılar. Yetmedi, buldukları aşüftelerle hiç o taraklarda bezi olmayan insanları bile günaha bulaştırıp, porno prodüktörlüğüne soyundular. Günahı bizzat koordine etmek, işleneceği zaman ve mekânı tespit etmekten daha kolaydı.

İçeride işler böyle gayet güzel yürüyordu, dışarıya güzel gözükmenin mantıklı bir yolunu bulmaya gelmişti sıra, buldular. 'Lâ ilâhe illallah'ta buluştuğumuz Yahudi ve Hıristiyanlar, Kelime-i Tevhid'in diğer yarısını söylemeye yanaşmıyorlardı madem, küçük bir takiyyecikle 'Muhammedün Rasûlullah'ı terk edivermenin ne mahzuru vardı? Ulvi bir gaye uğrunda böylesi “küçük” fedakârlıklar yapmak mantıklı değil miydi?

Terk ettikleri iki kelime ile elden gidenin İslâm olduğunu dert edecek raddeyi çoktan aşmışlardı. Belki de doğru bir gaye ile çıktıkları yolda, hakikati mantıklı yanlışlarına kurban ede ede doğrunun ırzına geçtiler, yoldan çıktılar, en son yanlışın yollusu bile oldular, umurlarında olmadı.

Mesele, 'gaye insan ufuk peygamber'i salya sümük anlatmak değil, onun izinde onun gibi yürüyebilmekti, fark edemediler.

Mekkeli müşrikler, “yeter ki bu işten vazgeç, hazinelerimizi ayaklarının altına serelim, seni en güzel kızlarımızla evlendirelim, hatta geç Mekke'nin başına emirimiz ol” demişlerdi hani. Daha yolun başındayken kendisine altın tepside sunulan bu gayet “mantıklı” iktidar teklifini Efendimiz (s.a.s.), “sağ elime Güneş'i, sol elime Ay'ı verseniz yine de davamdan (doğrumdan) vazgeçmem” diyerek reddetmişti. Bu namussuzlar ise hayâl ettikleri iktidar uğrunda kör olası mantıkları ile önce bütün mukaddeslerinden, en son Efendimiz'den bile vazgeçtiler.

Adını 'mülâane' koydukları o meşhur bedduadan sonra, bazı sanatçı dostlara telefon edip, Hoca Efendileri'nin niçin böyle yaptığını şöyle izah etmişlerdi: “Hocamız dikkat ettiyseniz gayet halim selim bir üslup ile sohbet etmekteydi fakat Hz. Peygamber mânâ âleminde teşrif ederek daha celâlli olmaları hususunda kendisini ikaz ettiler. Emir olunca hiç âdeti olmadığı halde böyle yapmaya mecbur kaldı muhterem hocamız. İki 'abi' de yakaza halinde bu mânevî emrin gelişine şahitlik ettiler.”

Bunu bana anlatan arkadaşıma şöyle demiştim: “Bir insan nefsine uyup bir hata edebilir, tövbe ederse umulur ki Allah affeder ama kendi yediği haltı aklamak için Allah'ın Habibi'ne iftira edenin imanından şüphe ederim.”

Doğruyu terk ettikçe ahmaklığını böyle böyle artıran bu yapı, mantıklının ardına düştükçe de ihanetini büyüttü.

FETÖ'nün bundan sonra neler yapabileceğini anlamak için ise şu iki kelimeye daha yakından bakmalı: 'İhanet' ve 'ahmaklık.'

Karşımızda zannettiğimiz gibi ihanet doğuran bir akıl değil, ahmaklıktan doğan bir ihanet var. Fark büyük ve asıl tehlike burada.

Hainin akıllısı ile baş etmek kolay ama ahmağın nasıl bir ihanete kalkışabileceğini kestirmek imkânsız. İhanetin tövbesi var ama ahmaklığın tedavisi yok. Hain ihanetten vazgeçebilir ama ahmak neyden nasıl vazgeçecek?

Doğru ile hiçbir irtibat ve istinat noktası kalmamış mantıklı ahmaklar örgütünün bundan sonraki civcivli olası hamlelerini -mutlaka- bir de buradan değerlendirmeli!

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 Milli Hakimiyet | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Haber Scripti: CM Bilişim